BEYAZ
İlkokulda önlüğümün altına yeşil
bir pantolon giydirirdi annem. Ablamdan kalma bu rengi solmuş mavi önlüğün
içine yakasından daima görünen renkli ve kalın kazaklar giyerdim. Saçlarım o
meşhur şemsiye modeli,lastikle bağlanmış,daha doğrusu bildiğiniz don lastiğiyle
bağlanmış olurdu. Tokanın olmayışını, don lastiğinin üzerine mavi bir kurdele
dolayarak telafi etmeye çalışırdı annem. Ama illa ki o lastik bir yanlardan
çıkar, kendini ele verirdi. Bu harika kombinimi mutlaka bir numara önden giden ayakkabılarım
tamamlardı.
Bir de beyaz kızlar vardı.
Masmavi önlük altına o zamanlar muz çorap denilen pürüzsüz ince çoraplar,beyaz
dantel yakalar,önlük içine balıkçı yaka bembeyaz kazaklar, saçlarda fiyonklu
beyaz lastik tokalar. Ha tabi, mutlaka kırmızı veya siyah parlak, tek bantlı
ayakkabılar.
O beyaz kızlar ve benim gibi
rengarenk kızlar okulda belge istenmeksizin ayrıştırılabilirlerdi. Köyden
gelenler ve ilçedekiler... Beyaz kızlar ödevini yapmazsa mutlaka geçerli bir
sebepleri olurdu. Ama uyumsuz kombinli kızlar ödevini yapmamışsa
tembeldi,yaramazdı. Buna inanırdım. Çünkü öğretmenim mükemmeldi. Her şeyi
bilen, kusursuz bir varlıktı o ve mutlaka bu konuda da haklı olmalıydı.
Herhalde beyaz renk diğer tüm renklerden daha üstündü ki parmak kaldırırken
bile öncelik onlarındı. Kendimi fark
ettirmek için parlak ayakkabılarım ve beyaz-mavi uyumumun olmasına imkan
yoktu. Olsa bile köyden geliyor olma gerçeğimi değiştiremezdim. Ders çalışmam
gerektiğini anlıyordum. Bazı sabahlar ezanla uyanıp ders tekrarı yapardım o
küçücük yaşımla. Ve başardım. Öğretmenim artık beni de beyaz
görüyordu.Ödevlerimi yapar,parmak kaldırdığımda ilk söz alanlardan olurdum.
Kendimi beyaz kızlardan sanmaya o kadar kaptırmıştım ki kusursuz öğretmenim
gözümde daha da devleşiyordu. Artık kayıtsız bir şekilde ona inanıyor ve
tapıyordum. Çünkü o benim renklerime aldırmadan, beni de onlardan saymıştı. Bu
büyük bir lütuftu. Ta ki 5.sınıfta içeriye elinde bir poşetle gelene kadar.Bana
sınıfın ortasında kendi kızının eskilerini giydirene kadar. İşte o zaman onun
gözünde hala beyaz kız olmadığımı anlamıştım. Ne yaptım sizce? Giydim.
Getirdiği kıyafetleri hep giydim. Çünkü öğretmenim bunu uygun görmüşse
kesinlikle bir bildiği olmalıydı.
Beyaz kız olma mücadelem bana
akademik başarıyı kazandırmıştı. Hala köyden geliyor, uyumsuz ve eski
giyiniyordum. Ancak büyüdükçe kendi içimde beyaz kız olma isteğimin söndüğünü
fark etim. Başarıyor, önde gidiyor, okuyor, okudukça da anlıyordum. İnsanlar
beyaza tapıyordu hala. Siyah ve beyaz vardı onlarda. İyi ve kötü, zengin ve
fakir,çalışkan ve tembel, akıllı ve deli, yüksek koltuklar ve ayak
altları,lükse kul oluş ve silinip gidişler... Neredeyse tüm insanların bu
zıtlıkları vardı. Ve ben bu zıtlıkları çok küçük yaşlarımda, kusursuz sandığım
birinden acıyla beraber tatmıştım. Büyüdükçe farklı şekillerde karşıma
çıkıyordu. Ancak eskisi kadar çok acıtmıyordu.
Öğretmen oldum. Kusursuz değilim,
hiçbir meslektaşım da değil. Ama biliyorum öğrencilerin gözünde her zaman
öyleyiz. Benim için okulda siyah ve beyaz yok. Gökkuşağının tüm renkleri var.
Hepsi bir arada ve hepsi uyumsuzlukların uyumu içinde. Hepsi
kıymetli,değerli,zıtlıklar içinde görmezden gelinemeyecek kadar parlak ve
güzeller...
Bir beyaz kız olamayan ama tüm
renkleri içinde barındıran bir öğretmenden...